Süper Lig’in 10’uncu haftası geride kalırken ligdeki 20 takımın 11’i, sezona başladıkları teknik direktörlerle henüz kasım ayına gelemeden yollarını ayırdı.
Başakşehir Emre Belözoğlu ile, Gaziantep FK Erdal Güneş ile, Kayserispor Çağdaş Atan ile dördüncü haftanın sonunda yollarını ayırırken; İstanbulspor’da Fatih Tekke dönemi beşinci haftada, Samsunspor’da Hüseyin Eroğlu dönemi ise altıncı haftada sona erdi.
Ankaragücü’nde Tolunay Kafkas, Beşiktaş’ta ise Şenol Güneş yedinci haftada alınan sonuçların ardından görevlerinden ayrıldılar. Pendikspor Osman Özköylü ile, Trabzonspor ise Nenad Bjelica ile sekizinci hafta sonunda vedalaştı.
Konyaspor’da Aleksandar Stanojevic ile dokuzuncu hafta yollar ayrılırken, son olarak Alanyaspor’da Ömer Erdoğan onuncu haftanın sonunda istifa ettiğini açıkladı.
EN ÇOK PUAN TOPLAYAN 9 TEKNİK DİREKTÖR DIŞARIDA KALDI
Bununla birlikte Süper Lig tarihinde en çok puan toplayan teknik direktörler listesinde ilk 10’da olan Şenol Güneş, Fatih Terim, Rıza Çalımbay, Aykut Kocaman, Samet Aybaba, Ersun Yanal, Mustafa Denizli ve Hikmet Karaman aynı anda kulüpsüz kaldı. Listedeki diğer teknik direktörlerden Abdullah Avcı, Bjelica’nın ayrılmasının ardından tekrar Trabzonspor’la anlaştı, Yılmaz Vural ise TFF 2’nci Lig Kırmızı Grup’a mücadele eden Menemen Futbol Kulübü’nün başına geçti.
Süper Lig’deki teknik direktör sirkülasyonunu Gazete Duvar yazarı Onur Özgen, Cumhuriyet gazetesi spor yazarı Gülengül Altınsay ve scout Emre Sarıkuş ile konuştuk.
‘OLMADI MI, GELSİN YENİLERİ’
Türkiye’de başarının isimler üzerinden elde edilmeye çalışıldığını söyleyen Gülengül Altınsay, “Klopp’un ‘Türkiye’de çalışır mısınız’ sorusuna verdiği cevapla başlayayım: ‘Hayır, orada hiç sabır yok.’ Evet, plan, program yapmak, sabırla çalışmak bize çok uzak şeyler. Biz fazla düşünüp fazla emek harcamadan hemen sonuca gitmek istiyoruz çünkü. Böyle olunca başarı -tabii buna başarı denirse- isimler üzerinden elde edilmek isteniyor. ‘Getir şu ünlü antrenörü, getir şu ünlü futbolcuyu’ noktasında dönüp duruyoruz. Olmadı mı, ‘gelsin yenileri’ diyoruz. İşte bu yüzden her sezon takımlar yeniden kuruluyor, sezon ortası antrenörler değiştiriliyor. Çünkü başarının böyle geleceğini sanıyor herkes; medyasıyla, taraftarıyla, futbolseveriyle…” diye konuştu.
‘UZUN VADELİ PLANLAMALAR ANINDA BOĞULUYOR’
Kazara gelen başarıların da bu yoldaki iddiaları desteklediğini belirten Altınsay, “Ama bu anlık başarıların ardından kulüpler batmış, milyarlar rantçı asalaklara akmış, kamu kaynakları pahalı transferlerde tüketilmiş, kısaca futbol yozlaşmış, tribünler boşalmış umurlarında değil. Yeter ki bu sistem dönsün. Yeter ki kimsenin rahatı bozulmasın. Sistemi değiştirecek en küçük hamlede nerdeyse herkesin aynı refleksi göstermesi de bunun en iyi kanıtı. Uzun vadeli plan yapma ve sürekliliği olan stratejiler oluşturma çabası anında boğuluyor. Gerekçeleri hep aynı oluyor; ‘acemi’, ‘tanınmıyor’, ‘başarısı yok’ vb.” ifadelerini kullandı.
‘ALEX FERGUSON İKİNCİ SEZONDA KOVULURDU, WEGNER HİÇ GELEMEZDİ’
İngiltere Premier Lig’den örnek veren Altınsay, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Bizdeki egemen anlayışa göre Alex Ferguson daha ikinci sezonunda kovulurdu. Arsen Wenger Arsenal’in başına hiç gelemezdi çünkü İngiliz medyası dahil kimse onu tanımıyordu. Ya geldiği ilk sezonda bir ara düşme hattına inen Arsenal’i şimdi şampiyonluğa oynatan Arteta? Arsenal’den önce hangi takımı çalıştırmıştı? Ne başarısı vardı? Ve Gordon Milne? Beşiktaş tarihini değiştirdi ama geldiğinde kimse onu da tanımıyordu. Zaten Süleyman Seba başkan olmasaydı o da iki günde gönderilen antrenörlerin arasındaydı şimdi.
Yani hiçbir temele dayanmayan eleştiriler yapıyoruz. Gerçek şu ki bizim futbola dair herhangi bir planımız herhangi bir hedefimiz herhangi bir uzgörümüz yok.
Dolayısıyla takımımıza uyacak bir teknik direktör tanımımız, tipolojimiz yok. Tek bildiğimiz isimler üzerinden futbolu yönetmek. Oysa ki değiştirmemiz gereken kendimiziz; futbola bakışımızı, futboldan beklentilerimizi değiştirmeliyiz asıl.”
‘KULÜPLER GÜNÜ KURTARIYOR’
“Bence ilk sorunumuz başarı anlayışımızda. Başarıyı çok fazla büyütüyoruz, başarısız olmaktan ise gereğinden fazla korkuyoruz” diyen Onur Özgen ise, “Bunun da ana nedenlerinden biri sürekli günü kurtarmaya çalışmamız. Hiçbir kulüp geleceğe dönük planlar yapmıyor. Büyük takımlar şampiyon olmaya, küçük takımlar ligde kalmaya çalışıyor; bu da doğal, her yerde böyle. Ama şampiyon olan takım ve orta sıralarda yer alabilen birkaç Anadolu takımı dışındaki tüm takımlar başarısız ilân ediliyor. Belki bu tanımı biraz daha genişletmemiz lâzım; bana göre hepsi başarısız. Çünkü birincisi; hiçbirinin gelirleri giderlerini karşılayamıyor. İkincisi; hiçbiri oyuncu yetiştirmiyor, dahası bununla ilgilenmiyorlar bile. Bu yüzden benim için hepsi başarısız” diye konuştu.
‘NE BİR KİMLİK NE BİR STRATEJİ…’
Kulüplerin kimliklerinin olmadığını vurgulayan Özgen, “Her futbol kulübünün kurumsal ve sportif bir kimliği olmak zorunda ve stratejilerini bu kimliklerine uygun bir şekilde belirlemeleri gerekir. Ama kulüp, ne bir kimlik de bir strateji belirleyince teknik direktör de doğal olarak yalnızca sonuç alması beklenen bir unsura dönüşüyor. Oysa kulüp kendisini diğer kulüplerden ayıran şeyin ne olduğunu net bir şekilde belirleyebilse, teknik direktör de o amaca hizmet eden bir profesyonel olacak ve başarısı ya da başarısızlığı bunun üzerinden değerlendirilecek” dedi.
‘FUTBOL EKONOMİSİ BATIK’
Kulüplerin sürdürülebilir bir mâli yapısının olmadığını belirten Özgen, “Türkiye’de futbol ekonomisi batık bir ekonomi. Şu anda birçok kulübün normal şartlar altında faaliyet yürütememesi gerekir, ama ülkede şartlar hiç de normal olmadığı için bir şekilde kör topal yollarına devam ediyorlar. Ama bu şekilde teknik direktörlere de uygun bir çalışma alanı yaratılamıyor elbette” ifadelerini kullandı.
‘YETKİLİLER BİLGİSİZ, BİLGİLİLER YETKİSİZ’
“Dördüncü sorun ise alan işgâli” diyen Özgen, şu değerlendirmede bulundu:
“Aykut Kocaman, bu tanımı yıllar önce verdiği bir röportajda kullanmıştı. Türkiye’de futbol ortamında herkes herkesin işine karışıyor, temel sorunlarımızdan biri de bu. Çünkü hemen hemen kimse yaptığı işin erbabı değil. Slaven Bilic’in bir sözü vardı, ‘Türkiye’de yetkililer bilgisiz, bilgililer yetkisiz’ diye, aynen öyle. Yönetici, kulübü doğru dürüst yönetemeyip teknik direktörün alanına giren işlere burnunu sokuyor. E bu defa teknik direktör de kulüpteki yönetim boşluğunu doldurmaya çalışıyor. Bu kaosun içinde de gerek yönetimler gerek taraftarlar gerekse medya için en kolay hedef teknik direktör oluyor.”
‘SORGULANMASI GEREKEN ŞEY UYGUN ÇALIŞMA ORTAMI’
Sorgulanması gerekenin kulüplerin teknik direktörler için ne kadar uygun bir çalışma ortamı sağlayabilmesi olduğunu vurgulayan Özgen, “Eğer bundan emin olabilsek, o zaman teknik direktörlerin mesleki yeterliliklerinin olup olmadığını tartışmaya başlayabiliriz. Aksi takdirde ne şampiyon olan takımın teknik direktörünün yeterliliğinden ne de küme düşen takımın teknik direktörünün yetersizliğinden emin olabileceğimizi düşünüyorum” ifadesini kullandı.
‘YABANCI TEKNİK DİREKTÖRLER BARINAMIYOR’
Yabancı teknik direktörlerin Türkiye’de barınamadığını söyleyen Emre Sarıkuş da, “Ülke dinamiklerini bilmemekle alakalı değil, medya-yerli hoca lobisi ve menajerler tarafından çok kolay hedef haline getiriliyorlar. Daha önce Tudor ve Pereira örneklerinde gördük. Valerien Ismael’in de geçtiğimiz sezon başında daha hazırlık maçında kovulması için kampanya yapılmıştı neredeyse hatırlayın. Yayıncı kuruluşun yorumcusu bile kendisini istifaya davet etti sezon içerisinde. Bunu bir yerli hocaya yapabilirler mi? Elbette hayır” dedi.
‘BU LİGDE HOCALIK YAPMAK, MEDYA GÜCÜNE VE SİYASİ BAĞLANTILARA BAĞLI’
Almanya merkezli bir şirket için teknik direktör scoutingi yaptığını belirten Sarıkuş, “Burada tüm dünyadaki teknik direktörlerin oyun felsefelerini anlatıyoruz ve kendilerinin oyunla ilgili röportajlarını ve oyuna dair görüşlerini paylaşıyoruz. Türkiye’deki teknik direktörlerde dikkatimi çeken bir şey var. (Bunun daha önce böyle olduğunu biliyordum -ama bu kadar olduğunu da tahmin etmiyordum.) Teknik direktörlerimizin büyük çoğunluğu saha içine çok uzak. Çok azının oyuna kafa yorduğunu, güncel futbolu takip ettiklerini ve bir sistem inşa etmeye çalıştıklarını gördüm. Burada hocalık yapmanın başka şeylere yani network’e, medya gücüne ve tabii ki siyasi bağlantılara bağlı olduğunun farkındalar ve birçoğu da ‘riske girmeden’ daha önce denenmiş olanı denemeyi tercih ediyor. Aynı şeyi deneyip sonuç alamamış ve 3 hafta içinde gönderilmiş bilmem kaçıncı teknik direktör olsalar bile günün sonunda Cv’de x takımı üç maç da olsa çalıştırmışlığın yer alması dahi onların kısa zamanda başka bir yerde iş bulmalarını sağlıyor. O çarktan geçmiş oluyorsunuz. Böyle bir ortamda kendini geliştirmeyi dert edinen kaç tane teknik direktör olabilir ki?” diye konuştu.
‘HER HOCA DEĞİŞİKLİĞİ SİZİ KISIRDÖNGÜNÜN İÇİNE BİRAZ DAHA ATIYOR’
“Türkiye’de sezon başı planlaması denilen şey ezber bir angarya” diyen Sarıkuş, değerlendirmelerini şöyle sürdürdü:
“Transferler belli bir ihtiyaç doğrultusunda yapılsa da birçok takım doğru oyuncuları zamanında transfer etmiyor. Maçlar başladığında hala birçok takımın hazır olmadığını ve sezon hazırlıklarının, önemli takviyelerin devam ettiğini görüyoruz. Elbette bu durumda birkaç puan kaybı ve akabinde teknik direktör değişiklikleri kaçınılmaz oluyor. Teknik direktörü değiştirmek en kolayı ve yönetimlerin sorumluluğu atması için en iyi yol. Bir takımı yok etmek için de en kestirme yol. Bir sezonu minimum iki hoca ile tamamlaması neredeyse çok normal hale geldi. Oysa her hoca değişikliği sizi o kısırdöngünün içerisine biraz daha atıyor.”
‘JENERASYON DEĞİŞTİKÇE OYUN GELİŞİYOR’
Ligde teknik direktör profilinin değişmediğini ama jenerasyon değişikliğinin başladığını söyleyen Sarıkuş, şunları söyledi: “Bunu sistemsel olarak söylemiyorum. Neredeyse tüm takımlar benzer bir geçiş oyunu oynamaya çalışıyor ama eski teknik direktörlerin yerini yeni jenerasyon hocaların almaya başladığını söyleyebiliriz. Fatih Terim, Mustafa Denizli, Şenol Güneş gibi teknik direktörler son dönemlerinde. Onların bir alt kuşağı olan Aykut Kocaman, Ersun Yanal hatta Rıza Çalımbay gibi 2000’lerin başlarında yıldızı parlayan hocaların ise -son dönemlerinin eşiğinde- istedikleri noktada olamadıklarını ve hayal kırıklıklarını görebiliyoruz. Şimdi Okan Buruk, İsmail Kartal, Abdullah Avcı gibi 2010 sonrasında kariyeri ivme kazanan hocaların dönemindeyiz. Onları İlhan Palut ve Çağdaş Atan gibi genç profiller takip ediyor. Jenerasyon değiştikçe sahadaki oyunun biraz daha Avrupa futbolunun taleplerine karşılık verdiğini görmeye başlayacağız. Çünkü oyun giderek gelişiyor.”